Cümə, 03.05.2024, 15:40
Xoş gördük sizi Qonaq | RSS

Mən Türk övladıyam.(Əhməd Cavad)

Giriş forması
Axtarış
HARAY,HARAY MƏN TÜRKƏM !!!

Son xeberler

Əsas » 2010 » Oktyabr » 11 » Elza xanim Semedlinin meqalesi.
17:59
Elza xanim Semedlinin meqalesi.
XX. yüzyıl Ortak Türk Dili Çalışmalarında Ali Bey Hüseynzade`nin Rolü
“Tarihin bazı tabii cereyanları vardır ki onları hiç bir kuvvet durduramaz, ferd ne
kadar alim olusa olsun, şaşırır, yanılır, yanlış yollara sapabilir. Fakat tarih asla
şaşırmaz ve olacak tabiatıyla olur. Anadolu Türk`ünün Azerbaycan Türk`üne kavuşması
da bu kabil hadisatdandır.” diyen Ali Bey Hüseynzade bu iki Türk kavminin bir birine
kavuşması ve karışmasının Türk milletini muasırlaştıracağını söyler. (Hüseynzade 2007,
s.297, Bayat 1998, s.309)
Bütün hayatını Türk İttihadına, özellikle de Anadolu ve Azerbaycan Türklüğünün
birliği ve beraberliği yolunda sarfetmiş, “efsanevi, fevgelbeşer, resul-ı hakk, büyük
ustad” ve “unutulmuş dahi” diye addedilen Ali Bey Hüseynzade ne yaşamında ne de
ölümünden sonra hakkettiği değeri, canı ve kanı kadar sevdiği bu iki toplumdan
göremedi. Türkiye`de sadece belli bir kesimin ilgi ve çabalarıyla unutturulmamaya
çalışılan, Sovyet dönemi Azerbaycan`ında ise yasaklanarak ağır ve haksız eleştirilere
maruz bırakılan bu büyük düşünür, sadece Azerbaycan`ın değil, Türkiye`nin aynı
zamanda bütün Türk kavimlerinin fikir hayatında önemli yeri olan tarihi
şahsiyetlerdendir.
Bu makalede, öğretim üyesi, doktor, ressam, tərcüman, gazeteci, şair, ideolog,
dilci gibi birçok meziyetleri kendinde bulunduran Ali Bey Hüseynzade`nin dil anlayışı ve
Azerbaycan edebi dili için düşündükleri üzerinde duracak, bu konuyu kendi eserlerinden
incelemeye çalışacağız.
Ali Bey Hüseynzade`nin dil anlayışını, kesin çizgilerle olmasa bile, iki devrede
incelemek mümkündür: 1910`dan öncesi ve sonrası. Nitekim birçok araştırmacının da
vurguladığı gibi, Ali Bey Hüseynzade`nin İstanbul`daki öğrencilik yıllarından itibaren
Recaizade Mahmud Ekrem, Muallim Naci, Abdülhak Hamid Tarhan ve Halid Ziya
Uşaklıgil gibi Edebiyat-ı Cedide temsilcilerinin diliyle İstanbul lehçesini öğrenmesi ve
Türkiye`ye dönüş tarihi olan 1910`dan sonra buradaki sadeleşme cereyanı içinde yer
almış olması bu dahi mütefekkirin dil anlayışında iki önemli hususu teşkil etmektedir.
Arapça, Farsça, Rusça, Almanca, İngilizce, Fransızca ve Yunanca gibi birçok
dil bilen, M.F.Köprülü`nün de ifade ettiği gibi, hakiki bir sanatkar ruhuna sahip Ali bey
Hüseynzade, “Hamid ile Fikret ve onların ellerinde kudretli ve ahenkli bir ifade
vasıtasına dönüşmüş İstanbul lehçesine hayrandı.” (Köprülü1979,s.146-147) Bu,
hayranlığın ötesinde, Osmanlı Türkçesinin o dönemde diğer lehçelerden daha ziyade, ilim
ve edebiyat dili olarak Avrupa dilleriyle rekabet edebilecek düzeyde olduğu düşüncesidir.
(Hüseynzade 2007, s.108) Çünkü, Ali Bey Hüseynzade, milletin kalkınmasında, bilgi ve
biliminin yükselmesinde dilin fevkalade önemli olduğunu vurgular. Bilimin geniş
kitlelere hitap etmesi ve halkın bundan faydalanabilmesi için ana dilinin bilim diline
dönüştürülmesine, ana dilinin terakki ve tekamül ettirilmesine son derece önem vermekte,
aynı zamanda bilim ve eğitimin bir zamanlar Arap ve Fars dillerinde olmasına rağmen
“bugün umumşarkta tahsilin en güzel vasıtasının Türk lisanı” olduğunu belirtmektedir.
(Hüseynzade 2007, s.104)
Bilindiği gibi, XX.yüzyılın başlangıcında Azerbaycan`da, aynı zamanda Türk
kavimlerinin yaşadığı diğer coğrafyalarda, birçok alanda görülen mücadele, toplumsalsiyasi
gerginlik, karmaşa, olayların hızlı değişimi edebi dilin şekillenmesini de önemli
ölçüde etkiliyordu. Özellikle, dönemin ileri gelen eğitimcileri, basın mensubları bu
konuyu sürekli gündemde tutarak “hangi dil veya şiveyle yazmalı” sorusuyla tartışmayı
alevlendiriyodu. Işte bu soru bütün Türk kavimlerinin gündemine oturuyor ve bu
konudaki görüşler zamanla şekillenerek iki istikamette yoğunlaşıyordu. Bir kısım
aydınlar, Osmanlı Türkçesini olduğu gibi almak gerektiğini söylerken, bir kısmı bir
dialektin hazır alınmasının doğru olmadığını, her şivenin kendi özelliklerini yansıtması
gerektiğini düşünmekteydi. Böyle bir karmaşa içinde şekillenecek Azerbaycan edebi dili
için Ali Bey Hüseynzade asırlardır bilim, edebiyat ve sanat dili olarak kullanılan İstanbul
lehçesini, birçok araştırmacının iddia ettiği gibi, kusursuz sayarak önermiyor, “öz şive ve
lehçelerimizi islah ve tevhid ile özümüze mahsus medeni ve edebi bir ortak Türk dili
vücuda getirmemizi” öneriyordu. Nitekim, daha 1905`te “Hayat” gazetesinde dilini
eleştirenlere ve kinaye edenlere cevap olarak, gazetelerinde tüm Kafkaz`a ve Rusya`daki
Türklere hitap etmek için “ortak bir Türk dili” yolu tuttuklarını anlatarak, hiçbir lehçenin
kusursuz olmadığını söylüyordu. (Hüseynzade 2007, s.284)
Ali bey Hüseynzade`nin 1910`dan önceki eserlerindeki dilin Edebiyat-ı Cedide
tesirindeki sanatlı bir dil olduğu muhakkaktır. Ayrıca Ali Beyin bir romantizm cereyanı
temsilcisi olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir. Ali Bey, Osmanlıcadaki Arap ve Fars
sentezini, Avrupai dillerdeki Latin ve Yunan senteziyle karşılaştırarak şöyle der: “ Nasıl
ki ilim ve teknoloji ilerledikçe Avrupai diller bu kavramları Latin ve Yunan dillerinden
muasır dillerine alırlar, biz neden bu durumda dini, tarihi ve edebi ilişkilerimizin
bulunduğu Arap ve Fars dillerine müracaat etmeyelim.”3 Hüseynzade, aynı zamanda
Türk dilinin Arapça ve Farsçanın kelime hazinesinden kendi “tebine uygun” kelimeleri
aldığını, bu dillerin her kelimesine meyletmediğini ve gramer bakımından bu dillerden
daha basit, kolay ve özellikle daha mükemmel olduğunu belirtir. (Hüseynzade 2007,
s.108)
“ Ali Bey, galiz Arap – Fars sözlerinden, ifadelerinden imtina etmeyi... aklına bile
getirmirdi.”(Kengerli, 2002, s.265) ifadesi Hüseynzade`nin eserlerine ve düşüncelerine
yüzeysel bir bakışın sonucu olarak kendisine karşı yapılan haksızlıklardan sadece biridir.
Şöyle ki, Hüseynzade “Gazetemizin Dili Hakkında Bir Neçe Söz” adlı yazısında
Rusçadaki “ mir zaklyuçit” sözünü tercüme ederken “ eğer dilimizde “sulh bağlamak”
demek mümkün olsaydı, elbette, böyle tercüme ederdim. Fakat “sulh bağlamak” tabiri
çok garip görüldüğünden ... naçar “akt-ı sulh” ibaresinden ayrılmadım.”der.
(Hüseynzade 2007, s.108)
Ayrıca yayınlanmamış yazılarından birinde Hüseynzade, “1905 Mançurya
yenilgisinden sonra imparatorluğun bazı şehirlerinde Türkçe gazete ve mecmualar
çıkmaya başladı. Dil ve lehçe itibariyle bunların çoğunda Osmanlı Türkçesini taklide
büyük bir heves vardı. Yazarlar Arapça ve Farsça vasıf ve izafe terkipleri kullanmakta
İstanbullu muharrirlerden geri kalmak istemiyorlardı.” diyerek, bu yayınların “söz
hürriyeti” diyecek yerde” hürriyet-i söz”ve “azatlık-ı kelam” demelerini eleştirir ve bir
dilbilimci hassasiyetiyle yanaştığı konuya Ziya Paşa`nın meşhur
“Çıktıkça lisan tabiatinden,
Elbetde düşer fesahatinden”
tabiriye başlar. (Bayat, 1998, s.343)
Ali Bey, dilimizde anlaşılması zor Arapça ve Farsça terkiplerin nasıl kullanılması
ile bağlı öneri ve tekliflerini Füyuzat`ta yayımladığı bazı yazılarında dile
getirmektedir.(Mirze, 2000, s.115) “Aslında anlaşılmaz dedikleri dil, hususi estetik
mahiyeti olan bir dildir. Ali beyin yazıları devrin zihniyetine ünvanlanmış bir üslupla
3 Hüseynzade Ali Bey, Gazetemizin Dili Haggında Bir Neçe Söz, “Hayat”, 1905, N.7, (Bakı 2007 s. 109)
kaleme alınırdı ve Ali bey sadece Türk Dünyasının değil, İslam aleminin fikir
mücahidleri ile dialog kurmuştu. Bu dil elitar bir dildi.” (Turan, 2008,s.173) diyen
araştırmacı- yazar Azer Turan ne kadar haklıdır. Çünkü Ali bey Hüseynzade, edebiyatta “
Sanat sanat içindir” ilkesini benimseyen Edebiyat-ı Cedide nesliyle yetişen ve aynı
zamanda “Milli Edebiyat”a sevgi besleyen romantik bir kuşağın temsilcisiydi.
Ali Bey Hüseynzade, bilinçli bir Türkçü olarak bir taraftan “Molla Nasrettin”i
takdir ederken, aynı zamanda da XX. yüzyılın karmaşası içerisinde Azerbaycan edebi
diline Rusça üzerinden sokulmaya çalışılan Avrupai kelimelere itiraz ediyor, yazılarında
bu durumu eleştiriyordu. Asırlar öncesinden dile giren ve artık Türkçenin malı olan
Arapça ve Farsça kelimeleri zor bularak, bunların yerine “ kapitalist, ekonomiya, pressa,
direktor” gibi kelimelerin dili bozduğuna dikkat çekmeye çalışıyor, dilimizdeki eksikleri
Osmanlı lehçesinde olduğu gibi dini, tarihi ve edebi ilişkilerimizin bulunduğu ve
dilimizin kelime hazinsine dahil olmuş Arapça ve Farsçaları ile gidermeyi tavsiye
ediyordu.
Hüseynzade, muasırlaşmayı, Avrupalılaşmayı toplumun kalkınmasında temel
ilkelerden biri olarak benimsemesine rağmen, ana dilinin korunmasında ve bilim
düzeyine yükseltilmesinde dilin ecnebi kelimelerle doldurulmasını doğru bulmamaktadır.
(Hüseynzade 2007, s.109, s.183)
Hüseynzadenin dil konusunda ısrarla üzerinde durduğu bir başka husus,
günümüzde de güncelliğini koruyan, “Ortak Türk Dili” meselesidir. Ali Bey, her fırsatta
“Türk kavimlerinin çok genış topraklarda bazı lehçe farkları ile aynı dili konuştuklarını”
dile getirmektedir. “Türk dilinini vazife-yi medeniyyesi” adlı yazısında bu durumu
şairane bir üslupla şöyle özetler:
Eyler dili Çin seddinedek hükmünü icra
Bir ucudur Altay bu yerin bir ucu sahra (Hüseynzade 2007, s.284)
Ali Bey oluşturulacak Azerbaycan edebi dilinin, işte, bu geniş coğrafiyada
anlaşılmasını isteyerek, Kaspıralı`ının “Tercüman`la yakaladığı başarının devamını
istiyor, bu sebeple mahalli şivelerden edebi dil oluşturulmasını tasvip etmiyordu. Çünkü,
kendisinin de ifade ettiği gibi “ birimiz Garabağ`dan, birimiz Gence`den, ya Şirvan`dan
geliriz. Birimizin vatanı lap Rusya`nın ortasındadır. O birimizin vatanı ise ya Osmanlı,
ya İran serheddine yakındır.” Bu sebepten Hüseynzade, bu şiveleri birleştirmeyi
önererek “orta yerde durmaya gayret edelim” der. (Hüseynzade 2007, s.108)
Işte, Ali Bey Hüseynzade için Türk dilinin orta yeri Arap ve Fars sentezini
asırlarca içinde yoğurarak ilim, edebiyat ve sanat dili haline getiren İstanbul lehçesiydi.
Fakat bu lehçeyi de tamamen hazır şekilde alıp, herkes için edebi dil olarak kabul etmeyi
değil, eksikleri farklı lehçelerle islah ederek birleştirmenin taraftarıydı.(Mirze,
2000,s.112)
1909`da “Terakki” gazetesinde yazdığı “ Yazımız, Dilimiz, “İkinci İlimiz” adlı
makalesinde Ali Bey imla meselesine dokunarak Arap harfli alfabemizin imla
problemlerinden bahsederek, farklı imla kaidelerinin kullanılmasının hem Türkçe
öğrenen öğrencilere hem de bütün Türk dünyasına zorluk çıkardığını söyler, imla
meselesinin ciddi bir iş olduğunu ve uzmanlara bırakılması gerektiğini şu sözlerle belirtir:
“ Azizlerim , bu iş ilmi kongrelerin, cemiyetlerin, cemiyet-i ilmiyelerin, akademilerin
veya hiç olmazsa erbabı bulunan zevatların göreceği iştir.” (Hüseynzade 2007, s.290)
Azerbaycan edebi dili nasıl olmalı sorusunun tartışıldığı bir dönemde imla
meselesinde ittihat taraftarı olduğunu ve imla konusunda Osmanlı Türkçesinden
ayrılmanın caiz olmayacağını dile getiren Hüseynzade, günümüzde de Azerbaycan edebi
dili ile Türkiye Türkçesi arasındaki temel fonetik farklılıktan olan k, g (ġ) ve x (kırtlak
h`si) konusuna dokunarak, özellikle x (kırtlak h`si) sesi ile ilgili olarak Şemseddin
Sami`nin bu sesin mahreci ile ilgili tespitini aktarır ve Osmanlıların bu harfi tamamile
çıkarıp attığını belirtir. Ali Bey`e göre, “Saadet Mektebi” öğrencileri için yazılan
dilbilgisi kitabında “kaba ve letafetsiz bir harf” (ses - E.S.) olan x`ları “daha ziyade
letafetli” olan ķ ile değiştirmek mümkündü. (Hüseynzade 2007, s.292) “Saadet Mektebi”
öğrencileri için hazırlanmış Türkçe kıraat kitabını eleştirerek fonetik ve imla meseleleri
üzerinde bir dilbilimci hassayiyetiyle duran Ali Bey, imlamızın bazen ne Osmanlı, ne de
Kafkazcaya (Azerbaycan Türkçesine- E.S.) uyduğundan yakınır. Mesela, “bakalım”,
yerine “baxalım”, “bildik, yazdıġ” yerine “yazdız, bildiz” demek veya men/ ben `deki
gibi bütün m`lerin b olduğunu düşünmek, “kimi bilir, kimi bilmez”, ifadesinin “ kibi
bilir, kibi bilmez” diye yazmanın “kaş yapayım derken, göz çıkarmaya” benzediğini
söyler ve “bizim böyle galetlerimiz çoktur. Osmanlı üsulu ile ibareperdazlığa kalkışırız.
Lakin ibareler Kafkazcadan, Azerbaycancadan çıkar, Osmanlıcaya da girmez, her iki
taraftan avare kalır diyerek her iki lehçenin doğru kullanılmasını ister.
Işte, imla ve fonetik meselelerine fevkalade önem vererek, bu konunun oldukça
ciddi ve ilmi bir iş olduğuna dikkat çeken Hüseynzade, nihayetinde şöyle der: “ Türk`ün
imlasını islah için değil sarf ü nahvi mükemmelen bilmek, belki bütün etrakın tarihine,
edebiyatına, etnografisine, filolojisine hakkı ile aşina bulunmal iktiza eder. Necip Asım,
Velid Çelebi, Ebuzziya Tevfik, Ahmed Mithad, merhum Şemseddin Sami gibi Türk diline,
tarihinehakikaten aşina, zevat-ı kiramın bile düçar-ımüşkilat oldukları bir meseleyı, bu
gibi işlerde henüz mübtedi sayılan bizlerin nasıl kolaylıkla halletmek istediğimize
doğrusu şaşarım!” (Hüseynzade 2007, s.290)
Türkleşmeyi, İslamlaşmayı ilke edinen Ali Bey Hüseynzade Müasırlaşmanın
yolunun terakkiden geçtiğini bilen ve bunu yayan bir mütefekkir olarak 1910`da
İstanbul`a “hicret eder. 4 Orada 1911`de M. E.Yurdakul, A. Hikmet, A. Ağaoğlu ve
Y.Akçura ile birlikte “Türk Yurdu” derneğini kuran Ali Bey Hüseynzade, bu derneğin
yayın organı olan Türk Yurdu dergisinin yayımlanmasına yakinen katılır.(Turan,
2008,s.65)
Daha 1904`te Y.Akçura`nın Kahire`de çıkardığı “Türk” gazetesinde yayımladığı
“Yurd Kaygusu” şiirindeki dil ve üslup özellikleri bu tarihten itibaren Hüseynzade`nin
şiirlerine ve kısmen de makalelerine hakim olmaya başlar. Ve Hüseynzade Türkçülüğün
olduğu gibi Türkçeciliğin de önderi olarak öztürkçe şiirler yazmaya başlar ve daha sonra
Atatürk`ün başlattığı dil devrimini destekler. Türkiye Türkçesindeki sadeleşmeye paralel
olarak dili, Arapça ve Farsça unsurlardan arınmaya başlar. Ali Bey Hüseynzade Türk`ün
ilim, sanat, edebiyat ve düşünce hayatına ilkleri tattıran bir isim olarak öztürkçeliği de
başlatan isimlerden biridir. Yani, Ali Bey Hüseynzade sadeleşme cereyanın etkisinde
kalmış değil, kendisi bu cereyanı başlatanlarla beraber olmuştur. Nitekim, Ali Bey
Hüseynzade, 1897`de “Ben bir Türk`üm dinim, cinsim uludur” diyen Mehmet Emin
Yurdakul`un şiirlerindeki saf, öztürkçe üslubu aratmayacak tarzdaki, hece vezniyle
yazılmış, şiirlerinden birini “ucundadır dilimin, hakikatin böyüğü, ne koydular söyleyim,
ne kestiler dilimi” diye başlayan “Hal-i vatan”ı 1904`te Mısır`da çıkan “Türk” gazesinde
yayımlar.
4 ifade araştırmacı- yazar Azet Turan`a aittir.
Y.Akçura`nın “efsanevi ve fövgelbeşer” adlandırdığı bu dahi insanın maksadı ilim
ve edebiyatta muntazam olarak ilerlemek ve tekamül etmekti. (Hüseynzade 2007, s.5) Dil
birliği üzerinde ısrarla duran Ali Bey, Türk dilinin zamanın taleplerine cevap verebilecek
bir yapıda olduğunu söyleyen ve onu bu taleplere uygun kullanan bir mütefekkirdi.
Nitekim, 1905`te “Türki-yi cedid artık Türki-yi kadim değildir. Türki-yi kadim üzre
yazmaya kalkışsak, kimse sözümüzü anlamaz. Mesela, Mir Alişir Nevai gibi ... uçmak,
tamug desem içimizde anlayan olacak mı?..Şüphesiz hayır. Çünkü bügünkü dilimiz Türkiyi
cediddir.” diyen Ali Bey`in hitap ettiği kitle tüm Türk ve İslam aydınlarıydı.
(Hüseynzade 2007, s.108)Ayrıca, Ali Bey Hüseynzade`nin, Osmanlı devletini ve
akabinde kurulan Türkiye Cumhuriyetini, haklı olarak, Türk ve İslam aleminin merkezi
olarak telakki ettiğini “... Türkiye bir Türk ve müslüman hükumetidir. Bu hissiyatla her
diger vatandan daha ziyada vatanımdır.” ifadesinden anlıyoruz.
Fakat ister bu coğrafyada, isterse de Kafkazya`da ve Türklerin yoğun olarak
yaşadığı Orta Asya`da XX.yy.`ın ilk onilliğinden sonra görülen yerelleşme cereyanı
içerisinde mahalli lehçelerden edebi diller oluşturulma gayeleri giderek daha etkili
olmaya başlar. Ali Beyin bu dönemden itibaren yazdığı şiirlerin, hikayelerin dili bize,
aslında onun, sadeleşmeye değil, ortak dil birliğinden koparacak ölçüde mahallileşmeye
karşı olduğunu gösterir. Ali Bey, Türkiye`deki İstiklal Savaşı`ndan sonra ise artık, kendi
tabirince, Türki-yi cedidden Türki-yi kadime dönmeye başlar. Mesela, şair Ali Bey`in
dilinde artık sık sık “yalavaç”, “ ogan”, “erk”, “sayramak”, “tansuk”, “ölger”, “söylev”, “
törü”, “ozan”, “kutan”, “bitig” vs. gibi Eski Türkçe kelimeleri görüyoruz.
Ali Bey Hüseynzade`nin dil anlayışında ikinci devre dediğimiz bu dönemde Ali
Bey”in sade bir İstanbul Türkçesiyle, fakat Azerbaycan şivesinin bazı özelliklerini de
devam ettirerek bugün iki lehçe için ortak dil diyebileceğimiz bir üslupla yazmaya devam
eder. Mesela, 1917`de yayımlanan “Öksüz yahud Son Buse” adlı hikayesinde İstanbul ve
Azeri şivesi içiçedir.
Başından beri dil birliğini şiddetle savunan Ali Bey Hüseynzade,“lisan-i
Osmani`nin tekamülü Kırımlıların, Kazanlıların ya Şirvanlının dilini islaha hizmet eder”
diyerek, Türk kavimlerinin herhangi birinde görülecek gelişimin diğerini mutlaka
etkileyeceğini ve geliştireceğini belirtir.(Bayat, 1998, s.304)
Daha 1918`de “Hilal-ı Ahmer`de “Azerbaycan`ın avam halkı ile Anadolu
köylüsünün lisanı hemen hemen aynıdır. Birbirini anlamayanlarsa, Rus mekteplerinden
yetişip lisanları Ruslaşmış olan (bugün olduğu gibi- E.S.) Azerbaycan ürefası ile
İstanbul`un mhafil-i aliyesine mahsus mustalah bir lisan kullanan zevattır.”diyerek
Azerbaycan ve Türkiye Türkçelerinin birbirine ne kadar yakın olduğunu söyler. (Bayat,
1998, s.308)
Sonuç olarak, ister çağdaşları isterse de sonraki araştırmacılar tarafından
“efsanevi”, “fövgelbeşer”, “resul-i hakk”, “fazıl müherrir”, “büyük ustad”, “dahi” vs.
ulvi sıfatlarla tanımlanan “Türk, Kafkazlı bir Türk, Türk bir müslüman, müslüman bir
insan” 5 olan ve bu 4 sıfatla dünyaya gelip, sahip olduğu bu değerleri yücelterek
idealleştiren Ali Bey Hüseynzade hayatının sonuna kadar Türklerin ve Türkçenin
“ittihadı” için çalıştı.
5 Hüseynzade Ali Bey, Nümune mektebi, “Hayat”, N.184, 187,188,190, (Bakı 2007 s. 168)
Kaynaklar
Akçura, Yusuf (2006), Türkçülüyün tarihi, Hukuk, Bakı
Bayat, Ali Haydar (1998), Hüseynzade Ali Bey, Atatürk Kült.Merk. Yay., Ankara
Hasanova, Sadakat (2006), Ali bey Hüseynzadenin Dilçilik Görüşleri, Bakı
Hüseynzade, Ali Bey ( 2007) Seçilmiş eserleri, Çaşıoğlu, Bakı
Kengerli, Aybeniz (2002), Azerbaycan Romantiklerinin Yaradıcılığında Türkçülük, Bakı
Köprülü, M.Fuad (1979), İslam Ansiklopedisi, “Azeri” maddesi, 2.c., Devlet Kitapları,
5.Baskı, İstanbul.
Mirze, Rasim (2000), Türkçülüğün Babası, Elm, Bakı
Turan, Azer (2008), Ali Bey Hüseynzade, Salam Press, Bakı
Baxış: 923 | Əlavə edib: Oguzturk | Reytinq: 0.0/0
Şərhlər: 0
Yalnız qeydiyyatdan keçmiş istifadəçilər şərh yaza bilər.
[ Qeydiyyat | Giriş ]
Təqvim
«  Oktyabr 2010  »
B.e.Ç.a.Ç.C.a.C.Ş.B.
    123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031





Bizim sorğu
Saytımızı necə qiymətləndirirsiniz?
Cavablar: 466

counter

Statistika

Online cəmi 1
Qonaq 1
İstifadəçilər 0

Copyright MyCorp © 2024
Конструктор сайтов - uCoz